İçeriğe geç

Görmek ve körlük hangisi ilk ?

Görmek ve Körlük Hangisi İlk? Tarihin Işığında İnsanlığın Görme Serüveni

Bir tarihçi olarak geçmişe baktığımda, insanlığın en büyük mücadelesinin ışığı aramak olduğunu görüyorum. Görmek —yalnızca gözle değil, bilinçle görmek— tarih boyunca bir ayrıcalık, bir tehlike, hatta bir lanet olarak yorumlanmıştır. Körlük ise sadece gözün kapanması değil, zihnin susması, toplumun görmezden gelmesidir.

O halde soralım: Görmek mi önce geldi, yoksa körlük mü insanın ilk haliydi?

Bu sorunun yanıtı, insanlık tarihinin karanlık ve aydınlık arasında süren kadim dansında saklıdır.

İlk Çağlardan Günümüze: Körlüğün Işıktan Önce Geldiği Dönem

İnsanlık, tarih sahnesine ilk çıktığında karanlık içindeydi. Gecenin anlamı korkuydu; bilinmeyen, her zaman tehlikeliydi.

Bu yüzden ilk insan, dünyayı görmeden hissetti. Körlüğün ilk hali belki de buydu:

Bilgiden yoksunluk, doğanın sesine teslimiyet, ışığın ne olduğunu bilmeden var olmak.

Mağara duvarlarına yapılan ilk resimler, bu karanlığa atılan ilk ışıklardı. İnsan, çizerek görmeye başladı.

O an, tarihsel bir kırılma yaşandı: Görmek bir eylem değil, bilinçli bir tercih haline geldi.

Artık körlük, sadece gözle değil; düşünceyle de tanımlanıyordu.

Mitlerden Gerçeğe: Körlük Bilgeliğin Bir Sembolü mü?

Antik mitolojilerde körlük genellikle bilgelikle ilişkilendirilmiştir.

Homeros, “Odysseia”yı yazarken kördü; ama o, dünyayı herkesin gördüğünden daha derin bir şekilde “görüyordu.”

Yunan mitlerinde Kehanet Tanrısı Tiresias da kördü; gözlerini kaybetmişti ama içgörüyü, yani “hakikati görmeyi” kazanmıştı.

Bu anlatılar bize şunu söyler: Görmek, bazen gözleri açık tutmak değil, hakikati sezmektir.

Bu nedenle körlük, tarih boyunca sadece bir yoksunluk değil, bir farkındalık biçimi olarak da algılanmıştır.

Eğer körlük bilgiyle yer değiştirdiyse, o zaman ilk olan körlük değil, anlam arayışı olabilir.

Orta Çağ ve Körlük: Kutsal Olanın Gölgesinde Yaşamak

Orta Çağ’da “görmek”, Tanrı’ya ait bir imtiyaz sayılıyordu. İnsan, sınırlı bir varlıktı; hakikati tam olarak “görmesi” günah sayılabiliyordu.

Bu dönem, düşüncenin körleştirildiği çağ olarak da anılır.

Bilginin yerini dogmalar, merakın yerini korku aldı. Körlük artık yalnızca fiziksel bir durum değil, toplumsal bir kontrol biçimiydi.

Ancak Rönesans geldiğinde insan yeniden “görmeye” başladı. Sanatçılar perspektifi keşfetti, bilim insanları mikroskoplar icat etti, filozoflar insan aklının ışığını öne çıkardı.

Bu dönem, körlüğün zincirlerinden kurtuluştu.

Artık insan, hem dış dünyayı hem de kendi iç dünyasını görmeye cesaret ediyordu.

Modern Çağ: Görmenin Aşırılığı ve Yeni Körlükler

Bugün, her şey görünür.

Ekranlar, kameralar, veri akışları… Fakat bir çelişki var: Hiç bu kadar çok görüp, bu kadar az anlamamıştık.

Modern insan, bilgiyle çevrili ama algı açısından yorgun.

Sürekli gören bir göz, sonunda körleşir.

Görmenin fazlası, körlüğün başka bir biçimidir.

Tarihin bu noktasında, “görmek” artık bir sorumluluk haline gelmiştir.

Bir olayın tanığı olmak, bir adaletsizliği fark etmek, bir gerçeği kabullenmek…

Bunların hepsi, tarih boyunca “kör kalmayı” seçen toplumlara bir ayna tutar.

Toplumsal Körlük: Tarihten Günümüze Tekrarlanan Bir Döngü

Fransız Devrimi, köleliğin kaldırılması, kadın hakları, 20. yüzyılın savaşları…

Her dönemde toplum önce görmezden geldi, sonra gözlerini açtı.

Yani önce körlük, sonra görme geldi.

Ama bu, insanlığın laneti değil; öğrenme biçimidir.

Her büyük dönüşüm, önce inkârla, sonra fark edişle başlar.

Bugün bile toplumsal körlük sürüyor. Sosyal medyada her şey “görülüyor” ama gerçek duygular, eşitsizlikler ve acılar sıklıkla perde arkasında kalıyor.

Belki de çağımızın en büyük sorusu, “görüyor muyuz, yoksa sadece bakıyor muyuz?” sorusudur.

Görmek mi Körlük mü İlk? Tarihin Sessiz Cevabı

Tarihe baktığımızda, körlüğün görmekten önce geldiğini söylemek mümkün.

Çünkü insan, önce karanlıkta yürüdü, sonra ışığı buldu.

Ama bir kez ışığı bulduktan sonra bile, onu her zaman koruyamadı.

Bu döngü, insanlığın kaderi gibidir: Önce kör olur, sonra görür; sonra yeniden unutur.

Görmek, sadece gözlerin değil, vicdanın da eylemidir.

Bu yüzden tarih bize şunu öğretir: Gerçek körlük, gözleri kapalı olmak değil, aklı kapalı tutmaktır.

Sonuç: Işığı Hatırlamak, Körlüğü Tanımaktır

Her çağ kendi körlüğünü üretir, her nesil kendi ışığını bulur.

Önemli olan, körlüğü reddetmek değil, onu fark etmektir.

Çünkü insan, körlüğünü tanıdığı anda gerçekten görmeye başlar.

Ve belki de tarih boyunca değişmeyen tek hakikat şudur: Görmek, körlüğü yenmek değil; onun içinden doğmaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
vdcasino girişprop money